Sigara kullanımının insan sağlığına olan zararlarını konu alan kısa cümleler paketlerin üzerinde yerini almıştı. Anlaşılan o ki, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada sadece kısa cümleler ile sigarayı bıraktırmak / tüketimini azaltmak yeterli olmuyor!
October 13, 2010
Fotoğraf Sigarayı Bıraktırabilir mi? İmgelerin Tiksindirici Gücü
Sigara kullanımının insan sağlığına olan zararlarını konu alan kısa cümleler paketlerin üzerinde yerini almıştı. Anlaşılan o ki, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada sadece kısa cümleler ile sigarayı bıraktırmak / tüketimini azaltmak yeterli olmuyor!
September 23, 2010
BEYOĞLUNDA YAŞANAN OLAYLARI ŞİDDETLE KINIYORUZ!
June 06, 2010
Alexander Rodchenko
Alexander Rodchenko
Sanat Hayatı
Rus Avant-garde sanatçısı olan Alexander Rodchenko, aynı zamanda modern fotoğraf tarihinin önemli isimlerinden biri. 1891 yılında doğan ve 1956’da ölen sanatçı, Rusya’da köklü siyasi değişimlerin ve sanat akımların olduğu bir dönemde yaşamıştır. Resim, heykel, fotoğraf ve grafik tasarım alanlarında, sanatın birçok farklı dalında yapıtlar üretmiştir. Konstrüktivizm sanat akımının kurucularından olan Rodchenko, kendisi gibi sanatçı olan Varvara Stepanova ile evlenmiştir.
Kazan Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gören Rodchenko, sanat hayatının erken dönemlerinde Kübo-Fütürizm akımından etkilenerek ilk soyut resimlerini üretmiş oldu (Lynton, 2004). 1916 yılında, yine başka bir Konstrüktivist sanatçı olan V.Tatlin’in çağrısıyla ” The Store” sergisine katıldı. 1918’de Artistik Kültür Müzesi’nin (Museum of Artistic Culture) örgütlenmesine yardımcı oldu ve ilk yöneticisi oldu. Moskova atölyelerinin Endüstriyel Sanat bölümünün yardımcı yöneticiliğine seçildi. 1921’de Genç Sanatçılar topluluğuyla “5 x 5 =25” sergisinde son resimlerini sergiledi. 1922’de tipografik tasarımlar; ünlü yönetmen Dziga Vertov’un haber filmleri için başlıklar, 1923’te Mayakovski ile birlikte afişler ve ilanlar yaptı. 1924’ten sonra giderek fotoğrafa yöneldi. 1930’ların sonuna doğru tekrar resme dönerek, soyut dışavurumcu resimler üretti. 1942’de ise fotoğrafı tamamen bırakarak, devlet sergileri için bir takım sergi düzenleme kurullarında görev aldı.
Rodchenko’nun Fotoğraf Anlayışı
Çok yönlü bir sanatçı olan Rodchenko sanat hayatının oluşum yıllarında Konstrüktivizm gibi bir akımdan beslenmişti.[1] Fotoğrafa getirdiği “farklı” bakış açısı onu fotoğraf tarihinde ayrı ve özellikli bir yere koyar.
Fotoğraf çekilirken göz hizasında tutulan fotoğraf makinesinin elde etmiş olduğu görüntü, ufuk çizgisinde kesişen tek kaçışlı bir perspektif düzlemi oluşturuyor. Bunun için de fotoğraf makinesinin yatay bir konumda tutulması gerekiyor. 1920’lere gelindiğinde ise, modern fotoğrafçılar bu klasik perspektif anlayışına karşılık, kendi getirmiş oldukları “yeni perspektif” anlayışını benimsediler. Bu tutum 20.yüzyılın başlarında Dada akımıyla birlikte başlamıştı. Man Ray ve Laszlo Moholy-Nagy gibi sanatçılar rayograph ve photogram adını verdikleri teknikle birçok farklı görüntü elde ediyorlardı (Newhall,1982). Mimar Erich Mendelsohn’ın New York’ta çekmiş olduğu gökdelen fotoğraflarının açısı kimi zaman aşağıdan yukarıya, kimi zaman da yukarıdan aşağıya doğru kurgulanmıştır.
Rodchenko’nun fotoğraflarına baktığımızda da, göz hizasında çekilmiş, tek kaçışlı perspektif düzlemini yansıtan fotoğraf anlayışını -Erich Mendelsohn’ın fotoğrafları gibi- tamamen sarstığını görürüz.
Kimi zaman balkonlardan aşağıya doğru, kimi karelerde ise aşağıdan yukarı doğru kamerasını yerleştirmiştir. Böylelikle klasik fotoğraf düzleminde görmeye alıştığımız paralel görüntülerin aksine, artık birbirini kesen çaprazlar, perspektifi kıran çizgiler fotoğrafa hâkim olmaktadır. Rodchenko fotoğraf hakkındaki görüşlerini şöyle dile getiriyor “Fotoğrafta eski bir bakış açısı var. Yerde ayakta duran bir kişinin ufuk çizgisine doğru bakması, benim deyimimle göbek fotoğrafları... Ben bu bakış açısıyla, benim gibi yeni fotoğraf için çalışan meslektaşlarımla birlikte savaşacağım. Günümüzün en ilginç açı çekimleri aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağıya olanıdır” (Newhall, 1982,s.201).
Bunlarla birlikte, yakın çekimle yapmış olduğu fotoğraf kareleri ile de, 20.yüzyılın fotoğraf anlayışına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Bunun için annesinin fotoğrafı iyi bir örnektir.
Şüphesiz ki, A.Rodchenko yaşamış olduğu dönemin getirmiş olduğu politik ve kültürel ortamını yönlendirmiş ve diğer sanatçılar gibi o ortamdan beslenmiştir. Fotoğrafa getirmiş olduğu farklı bakış açısı, tıpkı fotoğraflarındaki gibi klasik bakış açısını alaşağı etmiş, 20.yüzyıl modern fotoğrafına damgasını vurmuştur.
[1] Konstrüktivizm akımını Türkçe’ye yapımcılık/yapılandırmacılık şeklinde çevrilse de, yazıda orijinal haliyle kullanılmıştır. 1914'te Rusya'da ortaya çıkan bu sanat akımı, resim, heykel ve mimaride etkin olmuştur. Rusya’da, Sosyalist Gerçekçilik resmi tutum olarak benimsenince bu akım Rusya’da etkisini yitirmiş, sanatçıların bir çoğuda Avrupa’ya gitmiştir. 1917 Ekim Devrimi'yle beliren Konstrüktvizm, geçmişle ve geleneksel değerlerle tüm bağlarını koparmış, endüstriyel malzeme, mühendislik estetiği ve bu teknikleri yücelten söylemi benimsemiştir. Vladimir Tatlin'in önderliğinde ilk olarak mimarlıkta ortaya çıkmıştır, gerçekten yapılması için bir takım tasarımlar meydana getirmişlerse de, hiçbiri uygulanmamıştır.
*Yazının orijinali için Fotoritim Haziran 2010 sayısına bkz.
May 28, 2010
Fotografya'nın "Delilik ve Deha" konulu 23.sayısı yayında!!!!
Ignoramus=Bilmiyoruz : Bilinçdışının Bir eleştirisine Doğru Ulus Baker
Studio Charcot : İsterinin Fotoğraflanması Vaughan Bell
Çintemani Orhan Cem Çetin
Foto Gölge : Aynalı Bir Mercekten Bakarak Gülbin Özdamar
Sanat ve Nevroz Ferit Edgü
Aklın Halleri Mehmet Ali Kılıçbay
Delilik ve Dahilik Dr. Fuat Ulus
Van Gogh Tarzı "Delilik-Dehâ" ve Ötesi Ali Osman Coşkun
Deli, Dahi, Dali Burcu Sevim
Madness Claudio Edinger
Modernizm Ve Modernizm Sonrası Algı Düzeyleri Açısından Deha Ve Deli Tan Tolga Demirci
Uçurum Tutsağıyım: Çıplaklık ayaklarımın altını boşaltmış Şükrü Keleş
Deliler ve Akıllılar, Zorbalar ve Düşler Şule Tüzül
Fear in the Great Lakes/Büyük Göller Bölgesi’ndeki Korku Jose Cendon
Sanat ve Delilik Doç. Dr. Haldun Soygür
David Nebrada
Mükemmel Simulakr/ The Perfect Simulacrum, Jean Baudrillard
The Body Eclectic:Viewing Bodily Modification in David Nebreda David Houston JONES
Delilerim Ferit Çengelli
Acı Şükran Moral
Giderayak: Dahilik-Delilik Merih Akoğul
Afganistan’daki Delilik/ Madness In Afghanistan Steve McCurry
Deha ve Delilik Mutluhan İzmir
Kekeme : Eşit Uzaklık Hakan Akçura
Seri Fotoğrafta Döngüsel Zamanın Gerçekliği Handan Dayı
Derin’den: Yaşatma Üzerine-Kadim Bir Halk: Süryaniler Suderin Murat
Ömer Uluç ile Ömer Uluç Üzerine Burcu Pehlivanoğlu
Nü'mayiş Uğur Okçu
Sanat ve Felsefe: Sanatçının Zorunlu Gereksinimi: “Düşünsel Estetizm” Mahmut Özturan
Gölge Düştüğünde Barış Acar
Sergi Salonu
Yol Notları
Tekel Direnişi Anonim
March 31, 2010
Engin Güneysu’nun “Sokağın Dili : Bildiğin İstanbul Sergisi” Üzerine
Engin Güneysu’nun “Sokağın Dili : Bildiğin İstanbul Sergisi” Üzerine
Fotograf Geçidi: İstanbul 2010 projesinin yedinci sergisi , Engin GÜNEYSU'nun SOKAĞIN DİLİ : BİLDİĞİN İSTANBUL isimli bu ay izleyicilerin beğenisine sunulacak.
Güneysu’nun fotoğraflarına baktığınızda, kent ve insan çelişkisini bir kez daha görürsünüz. İnsanlar ilk bakışta bu kente ait değilmiş gibi gözükseler de, aslında dikkatle bakıldığında tam da bu kentin ayrılmaz birer parçası gibidirler. İnsanın giderek kentleştiği, şehrinse aynı anda insanlaştığı da göze çarpar. Şehir, insanlarla birlikte yaşar, soluk alır. Kent ve insan birbirinden kopartılamaz bir hale gelir. Derin, boş, ıssız bir yalnızlık hakimdir onun fotoğraflarında... Ama her fotoğrafçı bu kareleri ortaya çıkartırken tabi ki bu düşünceleri aklından geçirmez, onlar sadece deklanşöre basarlar.
“Yaklaşık 2 yıldır İstanbul sokaklarını fotograflıyorum... Sanırım bu benim için hayat gailesini unutup hayata karışma, stresten arınma aracı. Anlık değişen ışıkla farklılaşan sokağı ve insanların farklı ruh hallerini fotograflayarak hem “o an” ı hem de kendi zamanımı durdurmuş oluyorum…” [1]
Güneysu da, tıpkı izlenimci bir ressam gibi, anlık değişen ışıkla farklılaşan İstanbul’u ve insanları, değişmekte olan ruh halleri içerisinden çekip alıyor, donduruyor, durduruyor...
Bunlarla birlikte, yansıyan yüzler, siluetler, gölgeler de bu fotoğrafların ayrılmaz birer parçaları... Güneysu’nun da belirttiği gibi, değişmekte olan ışığı yakalamaya çalışan fotoğrafçı, bu kent içerisinde ışığın binbir farklı yüzünü karelerine aktarıyor. Gölgeler, gölgeleşmekte olan insanlar, silüetler aslında bu izlenimci tutumun bir uzantısı olarak görülebilir...
http://www.fotografgecidi.com/sergi_enginguneysu.html
(**) Yazının orijinali Fotoritim Mart 2010 sayısındadır.
January 14, 2010
Reuters gözüyle Türkiye: Kara çarşaflı kadınlar klasiği
Kara Çarşaflı Kadınlar Klasiği
Bildiğiniz gibi Reuters Ajansı her sene çarşaf çarşaf dünyanın her yerinden çekilen “ en iyi ” fotoğrafları yayınlıyor. Seçilen fotoğraflar arasında Türkiye’den yandaki kare yer almış.[1] Fotoğrafın altında da “Muslim women sit on a park bench overlooking the Golden Horn on Marmara Sea in Istanbul, April 3, 2009. REUTERS/Finbarr O'Reilly (TURKEY RELIGION SOCIETY IMAGE OF THE DAY TOP PICTURE)- “Müslüman kadınlar bir bank üzerinde Haliç üzerinden Marmara Denizi’ne bakarlarken- İstanbul, 3 Nisan 2009. REUTERS/Finbarr O'Reilly” yazılmış.
Kime göre iyi, kime göre bu görüntü Türkiye’yi anlatıyor tabi ki tartışılır… “Hayır hayır bu Türkiye değil! Türkiye’nin bir de ‘modern’ yüzü var” diyenler de olacaktır. Düzeltmeci bir yaklaşımla, bu görüntünün bize ait olmadığını düşünenler veya inkar etmeye çalışanlar, aslında Türkiye’nin bu barındırdığı görüntülerin dışında başka “güzellikleri” de barındırdığını öne sürmeye çalışanlar da olacaktır mutlaka.
Bu gösterim dili, fotoğrafta yeni bir şey değil öncelikle onu belirtmek gerek. Peçeli, burkalı, kara çarşaflı kadınlar “Batılı” (böyle de katı sınırlar çizip Batı veya Doğu diye ayırmak çok doğru olmasa da, ne yazık ki eninde sonunda kullanmak durumunda kalıyoruz?) fotoğrafçıların 19.yüzyıldan bu yana sıklıkla tekrarladıkları bir konu.
Fransa’nın 1830’da Cezayir’i işgal etmesiyle birlikte, birçok sanatçı (ki bunların başında “Cezayirli Kadınlar” tablosuyla Eugene Delacroix gelir), fotoğrafçı, yazar ve seyyah da Ortadoğu’ya gitmiştir. O dönemde özellikle Cezayir, Tunus, Fas gibi yerlerde Fransız askerleri, turistler için üretilen ve batılı izleyicinin görsel tüketimi için hazırlanan bu kartpostlarda veya fotoğraflarda da buna benzer kompozisyonların stüdyo ortamında hazırlandığını biliyoruz. Bu tür okumalar Edward Said’in Şarkiyatçılık kitabında ortaya koyduğu savla veya Said’e karşı yapılan savlarla değerlendirilebilir, okunabilir.[2]
Bu tür imgeler sömürgeci ideolojinin birer uzantısı ve hala daha günümüzde devam ediyor diyebiliriz. Buna en güzel örnek de tabi ki, Afgan kızı Sharbat Gula. National Geographic dergisinin Nisan 2002 sayısının kapağında mor burkalı Afgan kızının elinde dergi ve “BULUNDU” yazısı ile izleyicinin karşısında. Peçeyi kaldırma, arkasında ne olduğunun sorgusu Batılı erkeğin kafasını kurcalayan bir soru olmuştur hep öteki Kadın’a karşı. Peçe açılır ve arkasındaki yüzün akıbeti bir kez daha fotoğraf aracılığıyla gösterilir… ve izleyici de rahatlar!
*****
Şimdi Türkiye örneğine dönecek olursak, bu fotoğraf da, sömürgeci gösterim dilinin bir parçası. Kara çarşaflı kadınlar, deniz kenarında İstanbul’da oturuyorlar. Bu 200 senedir böyle gösterilmiş, sanıyorum bundan sonra da böyle gösterilecek. Evet, çarşaflı kadın bir gerçek ve Türkiye de dışarıdan işte tam da böyle görülüyor… Diğer Ortadoğu ülkeleri arasından ayırt edici bir özelliği de yok gibi duruyor bu fotoğrafa bakılınca. Kim anlar ki bu fotoğrafa bakılınca buranın İstanbul olduğunu? Alt yazısıyla birlikte verilmese, hiçbir izleyici bunun Türkiye’de çekildiğini anlayamaz.
Türkiye bu işte... Biraz peçeli kadın, biraz dansöz, biraz döner, biraz şiş kebap, biraz göbekli, kıllı Türk erkeği, biraz Türk kahvesi, biraz baklava, biraz bıyık, biraz cami silüeti… Bu yüzden de her sene Türkiye’nin tanıtımı için hazırlanan video kliplerde bu tür imgelerin-görüntülerin Arabesk formlarda biraz daha estetize edilerek gösterildiğini görüyoruz. Çünkü Türkiye’de kendini Batı dünyasının onu görmek istediği biçimde kendisini göstermeye çalışıyor…
Bu kadar çok tekrarlanan bir konunun bu sene de yılın fotoğrafı seçilmesi oldukça şaşırtıcı, çünkü yüzyıllardır tekrarlanan bir imgenin yeniden seçilmesi popülerliğinden bir şey kaybetmediğini ve kaybetmeyeceğini gösteriyor… Ve bir o kadar da sıkıcı geliyor artık bu tür imgeler... “Tamam be kardeşim, seviyorsun anladık da bu tip konuları, bıkmadınız mı artık aynı şeyleri evirip çevirip üretmekten?” diye insan söylenmekten kendisini alamıyor doğrusu…
January 03, 2010
Geç fark ettiğim güzel bir dergi: BoltArt!
Bu projeye, bilgi üretiminin yazar ve okuyucu arasında geliştirilecek bir diyalog ile mümkün olduğuna inanarak başladık. Hedefimiz yayımlanan yazılarla soru işaretleri oluşturmak ve bunları okuyucu yorumları üzerinden tartışmaya açmak.
Yayım hayatına 2008 sonbaharında başlayan BoltArt haftalık olarak güncelleniyor.
Aramıza hoşgeldiniz.
BoltArt Editörleri Károly Aliotti, Merve Ünsal ve Özge Ersoy"
Mutlaka takip edin derim...