October 13, 2010

Fotoğraf Sigarayı Bıraktırabilir mi? İmgelerin Tiksindirici Gücü


Fotoğraf Sigarayı Bıraktırabilir mi?
İmgelerin Tiksindirici Gücü
Bildiğiniz gibi, 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren Türkiye'de üretilen ya da ithal edilen bütün sigara paketlerinde uyarı resimleri yer almaya başladı. Daha önce sigara paketlerinde, sigara tüketimini azaltmaya veya tamamen bıraktırmaya yönelik metin uygulamasına geçilmişti.


Sigara kullanımının insan sağlığına olan zararlarını konu alan kısa cümleler paketlerin üzerinde yerini almıştı. Anlaşılan o ki, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada sadece kısa cümleler ile sigarayı bıraktırmak / tüketimini azaltmak yeterli olmuyor!
Bunun yerine, metinlerle birlikte çeşitli fotoğraflar aracılığıyla dünya genelinde sigara tüketimini azaltmaya/bıraktırmaya yönelik bir tutum gelişti. Türkiye’deki sigara paketlerinde de çeşitli fotoğrafları görmek mümkün.
Yalnızca bir iki kelimeyle oluşturulan cümlelerin yetersiz geldiği anda, fotoğrafı kullanmaları sizce de ilginç değil mi? Sözcüklerin kifayetsiz kaldığı, nikotin tüketiminin azaltılmasına yönelik hedeflerin tutturulamadığı yerde imgeleri kullanmak, izleyici de sigara kullanımına yönelik bir tür olumsuz etki oluşturulmaya çalışıldığını gösteriyor. Herkesin zararlarını az çok bildiği, fakat zor bırakabildiği sigarada sizce fotoğrafın gösterimi ne denli başarılı olabilir? Yapılan haberlere ve araştırmalara göre fotoğraflar bir şekilde etkili oluyor:
“Tiryakilerin sigara paketlerindeki resimlerle uyarılması yöntemi, İngiltere, Belçika ve Romanya gibi Avrupa ülkelerinin yanı sıra Brezilya, Tayland ve Singapur gibi ülkelerde de etkin bir şekilde uygulanıyor. AB'nin de sigara paketlerinin üzerine uyarıcı resim konulması konusunda çeşitli standartları bulunuyor. Ancak söz konusu uygulama, ülkelerin kendi tercihlerine bırakılıyor. AB'nin bu konudaki emsal resimlerinin sayısı da 42'yi buluyor. Türkiye, bu resimler arasından seçtiği 14 resim ile sigara içenleri resimlerle uyarmaya hazırlanıyor. Araştırmalar, uyarıcı resim uygulamasının, sigarayı bırakmada yüzde 20 oranında etkili olduğunu ortaya koyuyor.” 1
Metnin yerine fotoğrafın etkili olmasındaki sebep nedir peki? Sigara kullanan herhangi bir kimse cümledeki mesajı alır fakat beyninde onu görselleştiremeden/metin beyinde herhangi bir imgeye dönüşmeden sigarayı tüketmeye başlar. Mesela, “Sigara dumanında benzen, nitrozamin, formaldehit gibi kanser yapıcı maddeler bulunur” cümlesini tek başına okumak ayrı bir etki yapar. Çünkü çoğu aktif içici bu maddelerin nasıl bir etkiye sahip olduğunu tam anlamıyla bilmezken, ancak küçük bilinçli bir azınlık bunların ne anlama geldiğini bilir. Fakat bu cümleyle beraber bir fotoğraf kullanıldığı zaman bu maddelerin nasıl bir etkiye sahip olduğu, nasıl sonuçlara yol açabileceği izleyici tarafından rahatlıkla algılanabilir / anlaşılabilir.
Bu fotoğraftaki gibi, güçlükle solumaya çalıştığını anladığımız genç bir erkek vardır. Fotoğraftaki erkek, aslında izleyiciye sigara içersek bizim durumumuzun ileride ne olacağını göstermeye, imlemeye çalışmaktadır. Çoğunluğu genç olan içicilere aslında “siz de sigara içemeye devam ederseniz, sonunuz bu olur” şeklinde görsel bir mesaj iletmeye çalışmaktadır.
Bunun gibi birçok örnek fotoğraf verilebilir.
Etkili olan fotoğraflardan bazıları morgdaki ölü, temiz ve kanserli ciğer fotoğrafları ile ameliyat masasında kurtarılmayı bekleyen hasta fotoğrafları.. Burada da, fotoğraf aracılığıyla izleyici, sigara tüketimini devam ettirdiği takdirde gelecek hakkında bir imgelem oluşturmaya çalışır, daha doğrusu bunu bilinçsizce yapar. “Sigara içersem ben de böyle olurum” düşüncesi, fotoğraf aracılığıyla oluşturulmaya çalışılır. Daha ürkütücü / korkunç / gerçekçi görüntüler, izleyici de bir o kadar geleceği için bir öngörü oluşturmaya başlar.
Fotoğraf, kendisi ile izleyici arasında bir bağ kurar. İzleyici, fotoğraftaki özne/nesne ile bir özdeşlik kurar. Sigara paketlerin fotoğraf konmasının sebebi de büyük bir olasılıkla bu özdeşlik kurgusuna dayanmaktadır. Sigaranın zararları zaten bir şekilde bilinmektedir, ama sigara paketindeki fotoğraf öyle değildir! İmgeler, her zaman metinden daha fazla çalışırlar. Hayalgücünü daha fazla beslerler. Bu nedenledir ki, basit bir fotoğrafın caydırıcı/tiksindirici gücü basir bir cümleden daha fazladır.
Fakat bu işin, bir başka caydırıcı tarafı olabilir. Bu fotoğrafları göre göre, sigara tiryakileri imgeye karşı bir tür görsel bağışıklık da kazanabilir. Yani fotoğraf, aynı anda hem caydırıcı da olabilir, hem de etkisini yitirebilir. Aynı fotoğrafları gören sigara tüketicileri için bu tür fotoğraflar bir süre sonra etkisini yitirebilir. Ne de olsa, her sigara paket içerisinden tüketildikçe, fotoğraf da tüketilmektedir…
Elif VARGI

September 23, 2010

BEYOĞLUNDA YAŞANAN OLAYLARI ŞİDDETLE KINIYORUZ!

Bizler Fotografya e-fotograf dergisi olarak Beyoğlu'nda yaşanan olayları şiddetle kınıyoruz!!!
"Beyoğlu’nda bulunan 2 sanat galerisi, yaklaşık 30 kişi tarafından basıldı. Resim ve fotoğraf sergisi açılışı için galeride bulunanlar kepenkleri indirerek canlarını zor kurtardılar. Galeridekiler, saldırının yaklaşık saat sürdüğünü ancak polisin sadece izlediğini açıkladılar."
Bu olayı, yalnızca galerilerde yapılmakta olan sergilere veya salt sanata karşı yapılan bir olay şeklinde değerlendiremeyiz. Çünkü bu yaşanan olaylar, içerisinde hepsini barındırıyor. Gericiliğin, yobazlığın SINIRI yok, bu da o düşüncenin cüretkâr bir uzantısı.
Bu olay, saldıran yoz ve gerici grubun politik tavrının neler yapabileceğinin cüretlerinin SINIRSIZLIGININ bir göstergesidir. İçerideki insanların anlattığına göre neredeyse 2. bir MADIMAK vakası yaşanmıştır.

Sorun gerçekten galeride içki içmekten mi çıkmıştır, bilmiyoruz? Öyle olsa dahi, bugün galeride içki içiliyor diye saldıran grup, yarın meyhanelere, birahanelere, barlara da... Vs saldırmayacağı ne malum? Sergilerden bir tanesi de Extramucadele grubuna ait.
Serginin içeriğine buradan bakabilirsiniz: 
Sanat, modern dönemle birlikte "kutsal-mahrem-dokunulmaz-tartışılmaz/tartışılması, sorgulanması teklif dahi edilemez" konuları birdir sormuş, tartışmış, sanat objesi haline getirerek gözler önüne sermeye çalışmıştır. Bunun içerisine din, dil, ırk, cinsiyet, aidiyet, kimlikler. Vb konular girer.
Sanat, bozar, parçalar, bütünleştirir, tekrar ayrıştırır, tekrar birleştirir, baksa biçimlere, renklere, söylemlere dönüştürür. Sanat, hayattan farklı, kopuk değildir, bizzat içerisindedir.
Sergilerin içeriğini beğenelim- beğenmeyelim; aynı görüşte olalım veya olmayalım; hiçbir sergi veya başka bir etkinlik, bu şekilde bir muameleye layık değildir, olmamalıdır!
Bugün Beyoglunda yaşananlar yarın Ankara'da, obur gün İzmir’de veya başka bir kentte yaşanabilir.
Nu fotoğraf çeken fotoğrafçılar, yarın bir gün sergi yaparken saldırıya uğramayacakları ne malum?
veya kadın fotoğrafçılar kadın üzerine bir sergi çıkartırken, mahremi gösterdikleri için taslanmayacaklarının garantisi var mı?
Hem bir fotoğrafçı, hem de bağımsız yazarlar olarak...
Ya da durun bos verin bu sıfatları, sade vatandaşlar olarak
BEYOĞLUNDA YAŞANAN OLAYLARI ŞİDDETLE KINIYORUZ!
Bizim de bu olaya bir şekilde tepki vermemiz, sessiz kalmamamız şart diye düşünüyoruz.
Bireysel olarak kaldığımız ve toplumsal bir tepki veremediğimiz sürece yarın başka olayların bizim başımıza gelmesi olasıdır.

June 06, 2010

Alexander Rodchenko


Alexander Rodchenko

Sanat Hayatı

Rus Avant-garde sanatçısı olan Alexander Rodchenko, aynı zamanda modern fotoğraf tarihinin önemli isimlerinden biri. 1891 yılında doğan ve 1956’da ölen sanatçı, Rusya’da köklü siyasi değişimlerin ve sanat akımların olduğu bir dönemde yaşamıştır. Resim, heykel, fotoğraf ve grafik tasarım alanlarında, sanatın birçok farklı dalında yapıtlar üretmiştir. Konstrüktivizm sanat akımının kurucularından olan Rodchenko, kendisi gibi sanatçı olan Varvara Stepanova ile evlenmiştir.

Kazan Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gören Rodchenko, sanat hayatının erken dönemlerinde Kübo-Fütürizm akımından etkilenerek ilk soyut resimlerini üretmiş oldu (Lynton, 2004). 1916 yılında, yine başka bir Konstrüktivist sanatçı olan V.Tatlin’in çağrısıyla ” The Store” sergisine katıldı. 1918’de Artistik Kültür Müzesi’nin (Museum of Artistic Culture) örgütlenmesine yardımcı oldu ve ilk yöneticisi oldu. Moskova atölyelerinin Endüstriyel Sanat bölümünün yardımcı yöneticiliğine seçildi. 1921’de Genç Sanatçılar topluluğuyla “5 x 5 =25” sergisinde son resimlerini sergiledi. 1922’de tipografik tasarımlar; ünlü yönetmen Dziga Vertov’un haber filmleri için başlıklar, 1923’te Mayakovski ile birlikte afişler ve ilanlar yaptı. 1924’ten sonra giderek fotoğrafa yöneldi. 1930’ların sonuna doğru tekrar resme dönerek, soyut dışavurumcu resimler üretti. 1942’de ise fotoğrafı tamamen bırakarak, devlet sergileri için bir takım sergi düzenleme kurullarında görev aldı.

Rodchenko’nun Fotoğraf Anlayışı

Çok yönlü bir sanatçı olan Rodchenko sanat hayatının oluşum yıllarında Konstrüktivizm gibi bir akımdan beslenmişti.[1] Fotoğrafa getirdiği “farklı” bakış açısı onu fotoğraf tarihinde ayrı ve özellikli bir yere koyar.

Fotoğraf çekilirken göz hizasında tutulan fotoğraf makinesinin elde etmiş olduğu görüntü, ufuk çizgisinde kesişen tek kaçışlı bir perspektif düzlemi oluşturuyor. Bunun için de fotoğraf makinesinin yatay bir konumda tutulması gerekiyor. 1920’lere gelindiğinde ise, modern fotoğrafçılar bu klasik perspektif anlayışına karşılık, kendi getirmiş oldukları “yeni perspektif” anlayışını benimsediler. Bu tutum 20.yüzyılın başlarında Dada akımıyla birlikte başlamıştı. Man Ray ve Laszlo Moholy-Nagy gibi sanatçılar rayograph ve photogram adını verdikleri teknikle birçok farklı görüntü elde ediyorlardı (Newhall,1982). Mimar Erich Mendelsohn’ın New York’ta çekmiş olduğu gökdelen fotoğraflarının açısı kimi zaman aşağıdan yukarıya, kimi zaman da yukarıdan aşağıya doğru kurgulanmıştır.

Rodchenko’nun fotoğraflarına baktığımızda da, göz hizasında çekilmiş, tek kaçışlı perspektif düzlemini yansıtan fotoğraf anlayışını -Erich Mendelsohn’ın fotoğrafları gibi- tamamen sarstığını görürüz.

Kimi zaman balkonlardan aşağıya doğru, kimi karelerde ise aşağıdan yukarı doğru kamerasını yerleştirmiştir. Böylelikle klasik fotoğraf düzleminde görmeye alıştığımız paralel görüntülerin aksine, artık birbirini kesen çaprazlar, perspektifi kıran çizgiler fotoğrafa hâkim olmaktadır. Rodchenko fotoğraf hakkındaki görüşlerini şöyle dile getiriyor “Fotoğrafta eski bir bakış açısı var. Yerde ayakta duran bir kişinin ufuk çizgisine doğru bakması, benim deyimimle göbek fotoğrafları... Ben bu bakış açısıyla, benim gibi yeni fotoğraf için çalışan meslektaşlarımla birlikte savaşacağım. Günümüzün en ilginç açı çekimleri aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağıya olanıdır” (Newhall, 1982,s.201).

Bunlarla birlikte, yakın çekimle yapmış olduğu fotoğraf kareleri ile de, 20.yüzyılın fotoğraf anlayışına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Bunun için annesinin fotoğrafı iyi bir örnektir.

Şüphesiz ki, A.Rodchenko yaşamış olduğu dönemin getirmiş olduğu politik ve kültürel ortamını yönlendirmiş ve diğer sanatçılar gibi o ortamdan beslenmiştir. Fotoğrafa getirmiş olduğu farklı bakış açısı, tıpkı fotoğraflarındaki gibi klasik bakış açısını alaşağı etmiş, 20.yüzyıl modern fotoğrafına damgasını vurmuştur.



[1] Konstrüktivizm akımını Türkçe’ye yapımcılık/yapılandırmacılık şeklinde çevrilse de, yazıda orijinal haliyle kullanılmıştır. 1914'te Rusya'da ortaya çıkan bu sanat akımı, resim, heykel ve mimaride etkin olmuştur. Rusya’da, Sosyalist Gerçekçilik resmi tutum olarak benimsenince bu akım Rusya’da etkisini yitirmiş, sanatçıların bir çoğuda Avrupa’ya gitmiştir. 1917 Ekim Devrimi'yle beliren Konstrüktvizm, geçmişle ve geleneksel değerlerle tüm bağlarını koparmış, endüstriyel malzeme, mühendislik estetiği ve bu teknikleri yücelten söylemi benimsemiştir. Vladimir Tatlin'in önderliğinde ilk olarak mimarlıkta ortaya çıkmıştır, gerçekten yapılması için bir takım tasarımlar meydana getirmişlerse de, hiçbiri uygulanmamıştır.



*Yazının orijinali için Fotoritim Haziran 2010 sayısına bkz.


May 28, 2010

Fotografya'nın "Delilik ve Deha" konulu 23.sayısı yayında!!!!




"DELİLİK ve DEHA" temasıyla
Türkiye'nin
ilk sanal fotoğraf dergisi
FOTOGRAFYA'nın
23.sayısı yayına girdi...




23.SAYIDAKİLER

Akıl Hastası ve Sanatçı Süleyman Velioğlu
B&W In Colors: Delilik ve Fotoğraf Simber Atay
Ignoramus=Bilmiyoruz : Bilinçdışının Bir eleştirisine Doğru
Ulus Baker
Studio Charcot : İsterinin Fotoğraflanması
Vaughan Bell
Çintemani
Orhan Cem Çetin
Foto Gölge : Aynalı Bir Mercekten Bakarak
Gülbin Özdamar
Sanat ve Nevroz
Ferit Edgü
Aklın Halleri
Mehmet Ali Kılıçbay
Delilik ve Dahilik
Dr. Fuat Ulus
Van Gogh Tarzı "Delilik-Dehâ" ve Ötesi
Ali Osman Coşkun
Deli, Dahi, Dali
Burcu Sevim
Madness
Claudio Edinger
Modernizm Ve Modernizm Sonrası Algı Düzeyleri Açısından Deha Ve Deli
Tan Tolga Demirci
Uçurum Tutsağıyım: Çıplaklık ayaklarımın altını boşaltmış
Şükrü Keleş
Deliler ve Akıllılar, Zorbalar ve Düşler
Şule Tüzül
Fear in the Great Lakes/Büyük Göller Bölgesi’ndeki Korku
Jose Cendon
Sanat ve Delilik
Doç. Dr. Haldun Soygür
David Nebrada
Mükemmel Simulakr/ The Perfect Simulacrum,
Jean Baudrillard
The Body Eclectic:Viewing Bodily Modification in David Nebreda
David Houston JONES
Delilerim
Ferit Çengelli
Acı
Şükran Moral
Giderayak: Dahilik-Delilik
Merih Akoğul
Afganistan’daki Delilik/ Madness In Afghanistan
Steve McCurry
Deha ve Delilik
Mutluhan İzmir
Kekeme : Eşit Uzaklık
Hakan Akçura
Seri Fotoğrafta Döngüsel Zamanın Gerçekliği
Handan Dayı
Derin’den: Yaşatma Üzerine-Kadim Bir Halk: Süryaniler
Suderin Murat
Ömer Uluç ile Ömer Uluç Üzerine
Burcu Pehlivanoğlu
Nü'mayiş
Uğur Okçu
Sanat ve Felsefe: Sanatçının Zorunlu Gereksinimi: “Düşünsel Estetizm”
Mahmut Özturan
Gölge Düştüğünde
Barış Acar
Sergi Salonu
Yol Notları
Tekel Direnişi Anonim

March 31, 2010

Engin Güneysu’nun “Sokağın Dili : Bildiğin İstanbul Sergisi” Üzerine



Engin Güneysu’nun “Sokağın Dili : Bildiğin İstanbul Sergisi” Üzerine

Fotograf Geçidi: İstanbul 2010 projesinin yedinci sergisi , Engin GÜNEYSU'nun SOKAĞIN DİLİ : BİLDİĞİN İSTANBUL isimli bu ay izleyicilerin beğenisine sunulacak.

Güneysu’nun fotoğraflarına baktığınızda, kent ve insan çelişkisini bir kez daha görürsünüz. İnsanlar ilk bakışta bu kente ait değilmiş gibi gözükseler de, aslında dikkatle bakıldığında tam da bu kentin ayrılmaz birer parçası gibidirler. İnsanın giderek kentleştiği, şehrinse aynı anda insanlaştığı da göze çarpar. Şehir, insanlarla birlikte yaşar, soluk alır. Kent ve insan birbirinden kopartılamaz bir hale gelir. Derin, boş, ıssız bir yalnızlık hakimdir onun fotoğraflarında... Ama her fotoğrafçı bu kareleri ortaya çıkartırken tabi ki bu düşünceleri aklından geçirmez, onlar sadece deklanşöre basarlar.

Engin kendi fotoğrafları için şunları söylüyor:

“Yaklaşık 2 yıldır İstanbul sokaklarını fotograflıyorum... Sanırım bu benim için hayat gailesini unutup hayata karışma, stresten arınma aracı. Anlık değişen ışıkla farklılaşan sokağı ve insanların farklı ruh hallerini fotograflayarak hem “o an” ı hem de kendi zamanımı durdurmuş oluyorum…” [1]

Anlık değişen ışıkla farklılaşan sokağı ve insanların farklı ruh hallerini fotoğraflamak tutumu bana nedense izlenimci ressamları hatırlattı. Onlar da buna benzer bir tutumla, günün içerisinde değişmekte olan ışığın/zamanın nesne üzerindeki değişimini tuvallerine yansıtmak istiyorlar ve bunu zamana karşı yarışarak gerçekleştiriyorlardı. Hem o zamanı yansıtmak, hem de zamana karşı yarışarak bunu gerçekleştirmek resmin teknik sınırlılığı içerisinde gerçekten zor bir durum bakıldığında. Ama fotoğraf makinesi bu zorluğu tek bir hareketle ortadan kaldırıyor!

Güneysu da, tıpkı izlenimci bir ressam gibi, anlık değişen ışıkla farklılaşan İstanbul’u ve insanları, değişmekte olan ruh halleri içerisinden çekip alıyor, donduruyor, durduruyor...

Bunlarla birlikte, yansıyan yüzler, siluetler, gölgeler de bu fotoğrafların ayrılmaz birer parçaları... Güneysu’nun da belirttiği gibi, değişmekte olan ışığı yakalamaya çalışan fotoğrafçı, bu kent içerisinde ışığın binbir farklı yüzünü karelerine aktarıyor. Gölgeler, gölgeleşmekte olan insanlar, silüetler aslında bu izlenimci tutumun bir uzantısı olarak görülebilir...

Her ne kadar bazı karelerde, anlatmak istediği figürün arkasında-yanında bazı figürler belirse de (kadrajı kesen görüntüler), bunu onun fotografik dilini bozmuyor, hatta ona has bir fotografik dil haline geliyor.

İşte tam bu noktada, Engin Güneysu’nun tarzı da özgünleşiyor. Bu serginin küratörü Gültekin Çizgen’in de söylediği gibi “Türkiye fotografının, İstanbul sokaklarının dili ona emanet”...

(*) Sergi hakkında detaylı bilgi almak için tıklayınız:

http://www.fotografgecidi.com/sergi_enginguneysu.html

(**) Yazının orijinali Fotoritim Mart 2010 sayısındadır.



[1] http://enginguneysu.deviantart.com/journal/

January 14, 2010

Reuters gözüyle Türkiye: Kara çarşaflı kadınlar klasiği




Reuters Gözüyle Türkiye:

Kara Çarşaflı Kadınlar Klasiği

Bildiğiniz gibi Reuters Ajansı her sene çarşaf çarşaf dünyanın her yerinden çekilen “ en iyi ” fotoğrafları yayınlıyor. Seçilen fotoğraflar arasında Türkiye’den yandaki kare yer almış.[1] Fotoğrafın altında da “Muslim women sit on a park bench overlooking the Golden Horn on Marmara Sea in Istanbul, April 3, 2009. REUTERS/Finbarr O'Reilly (TURKEY RELIGION SOCIETY IMAGE OF THE DAY TOP PICTURE)- “Müslüman kadınlar bir bank üzerinde Haliç üzerinden Marmara Denizi’ne bakarlarken- İstanbul, 3 Nisan 2009. REUTERS/Finbarr O'Reilly” yazılmış.

Kime göre iyi, kime göre bu görüntü Türkiye’yi anlatıyor tabi ki tartışılır… “Hayır hayır bu Türkiye değil! Türkiye’nin bir de ‘modern’ yüzü var” diyenler de olacaktır. Düzeltmeci bir yaklaşımla, bu görüntünün bize ait olmadığını düşünenler veya inkar etmeye çalışanlar, aslında Türkiye’nin bu barındırdığı görüntülerin dışında başka “güzellikleri” de barındırdığını öne sürmeye çalışanlar da olacaktır mutlaka.

Bu gösterim dili, fotoğrafta yeni bir şey değil öncelikle onu belirtmek gerek. Peçeli, burkalı, kara çarşaflı kadınlar “Batılı” (böyle de katı sınırlar çizip Batı veya Doğu diye ayırmak çok doğru olmasa da, ne yazık ki eninde sonunda kullanmak durumunda kalıyoruz?) fotoğrafçıların 19.yüzyıldan bu yana sıklıkla tekrarladıkları bir konu.

Fransa’nın 1830’da Cezayir’i işgal etmesiyle birlikte, birçok sanatçı (ki bunların başında “Cezayirli Kadınlar” tablosuyla Eugene Delacroix gelir), fotoğrafçı, yazar ve seyyah da Ortadoğu’ya gitmiştir. O dönemde özellikle Cezayir, Tunus, Fas gibi yerlerde Fransız askerleri, turistler için üretilen ve batılı izleyicinin görsel tüketimi için hazırlanan bu kartpostlarda veya fotoğraflarda da buna benzer kompozisyonların stüdyo ortamında hazırlandığını biliyoruz. Bu tür okumalar Edward Said’in Şarkiyatçılık kitabında ortaya koyduğu savla veya Said’e karşı yapılan savlarla değerlendirilebilir, okunabilir.[2]

Bu tür imgeler sömürgeci ideolojinin birer uzantısı ve hala daha günümüzde devam ediyor diyebiliriz. Buna en güzel örnek de tabi ki, Afgan kızı Sharbat Gula. National Geographic dergisinin Nisan 2002 sayısının kapağında mor burkalı Afgan kızının elinde dergi ve “BULUNDU” yazısı ile izleyicinin karşısında. Peçeyi kaldırma, arkasında ne olduğunun sorgusu Batılı erkeğin kafasını kurcalayan bir soru olmuştur hep öteki Kadın’a karşı. Peçe açılır ve arkasındaki yüzün akıbeti bir kez daha fotoğraf aracılığıyla gösterilir… ve izleyici de rahatlar!

*****

Şimdi Türkiye örneğine dönecek olursak, bu fotoğraf da, sömürgeci gösterim dilinin bir parçası. Kara çarşaflı kadınlar, deniz kenarında İstanbul’da oturuyorlar. Bu 200 senedir böyle gösterilmiş, sanıyorum bundan sonra da böyle gösterilecek. Evet, çarşaflı kadın bir gerçek ve Türkiye de dışarıdan işte tam da böyle görülüyor… Diğer Ortadoğu ülkeleri arasından ayırt edici bir özelliği de yok gibi duruyor bu fotoğrafa bakılınca. Kim anlar ki bu fotoğrafa bakılınca buranın İstanbul olduğunu? Alt yazısıyla birlikte verilmese, hiçbir izleyici bunun Türkiye’de çekildiğini anlayamaz.

Türkiye bu işte... Biraz peçeli kadın, biraz dansöz, biraz döner, biraz şiş kebap, biraz göbekli, kıllı Türk erkeği, biraz Türk kahvesi, biraz baklava, biraz bıyık, biraz cami silüeti… Bu yüzden de her sene Türkiye’nin tanıtımı için hazırlanan video kliplerde bu tür imgelerin-görüntülerin Arabesk formlarda biraz daha estetize edilerek gösterildiğini görüyoruz. Çünkü Türkiye’de kendini Batı dünyasının onu görmek istediği biçimde kendisini göstermeye çalışıyor…

Bu kadar çok tekrarlanan bir konunun bu sene de yılın fotoğrafı seçilmesi oldukça şaşırtıcı, çünkü yüzyıllardır tekrarlanan bir imgenin yeniden seçilmesi popülerliğinden bir şey kaybetmediğini ve kaybetmeyeceğini gösteriyor… Ve bir o kadar da sıkıcı geliyor artık bu tür imgeler... “Tamam be kardeşim, seviyorsun anladık da bu tip konuları, bıkmadınız mı artık aynı şeyleri evirip çevirip üretmekten?” diye insan söylenmekten kendisini alamıyor doğrusu…



[2] Bu konu için, Fotoritim Eylül 2008 sayısında Umut Hepvar’ın yazısına bakabilirsiniz. “Fotoğrafın Doğusu Batısı Olur mu?”

* Yazı Fotoritim dergisi Ocak 2010 sayısında yer almaktadır. Orijinali için lütfen bakınız.

January 03, 2010

Geç fark ettiğim güzel bir dergi: BoltArt!



Engin Güneysu'nun fotoğrafları aracılığıyla gördüğüm güzel bir kültür-sanat dergisi Boltart...

Kendileri diyor ki:

"BoltArt, kemikleşmiş gibi gözüken kültür ve sanat kavramlarını sorgulamayı amaçlayan online bir oluşum; yer verdiğimiz yazıların ve projelerin içeriği ve sürekliliği konusundaki ciddiyetimizi amatör heyecanımızla birleştirdiğimiz bir platform. Farklı disiplinlere ait denemeler, makaleler, söyleşiler ve fotoğraf projelerine yer veren BoltArt, sanat dergilerinin uslanmaz entelektüel merakını, akademik dergilerin araştırmacı kimliğini ve fotoğraf dergilerinin görsel zenginliğini bünyesinde biraraya getiriyor.

Bu projeye, bilgi üretiminin yazar ve okuyucu arasında geliştirilecek bir diyalog ile mümkün olduğuna inanarak başladık. Hedefimiz yayımlanan yazılarla soru işaretleri oluşturmak ve bunları okuyucu yorumları üzerinden tartışmaya açmak.

Yayım hayatına 2008 sonbaharında başlayan BoltArt haftalık olarak güncelleniyor.

Aramıza hoşgeldiniz.

BoltArt Editörleri Károly Aliotti, Merve Ünsal ve Özge Ersoy"

Mutlaka takip edin derim...

Boltart